Ben doğmadan babama “hastanede tanıdığımız bir hemşire var, ona giderseniz size özel oda ayarlar” demişler de babama bu tavsiyelere itibar etmemiş ve ben evde doğmuşum. Okula başlarken tanıdık bir öğretmen var, onun sınıfına yazdıralım demişler. Okula kayıt yaptırmaya giderken de tanıdık birilerinin selamıyla gitmezsen yüklü bir bağış istiyorlarmış. “Hacı Bey’in selamı var” derseniz bu bağış alınmıyormuş. Daha ilk mektebin ilk sınıfındayken hüviyyet cüzdanım olmadığı anlaşılmış da mahkeme yoluyla kimlik belgesi çıkartmaya gidecekmiş babam. Yine tanıdıklar tanıdıkları bir mübaşirin adını vermişler en azından mahkeme salonunda sıra beklemezsin diye. Hastane kapılarında sıra beklemek istemiyorsan tanıdığın bir sağlık memuru veya doktor olmalı dediler hep yıllarca. Üniversiteye giderken tanıdıkların isimleri sıkıştırıldı elime. Göz kulak olsunlar sana diye… Üniversite bitmeye yakın iş bulma telaşesi de baş gösterince “illaki yüksek yerlerde tanıdıkların olması gerektiği” söylendi hep. Sınava gireceksin ama tanıdıkların olacak, sana kartvizit veren namlı kişiler birilerine gönderip referans olacaklar. Ben sınavda her soruyu cevaplarım, notlarım şöyle iyi demem kar etmedi. “Bu devirde arkan kuvvetli olacak” dediler. Ben buradaki arkayı hiçbir zaman anlamadım. Kendi becerim, kabiliyetlerim neden beni bir yere taşıyamasın ki? Eğer haklı isem haklı olduğumu ifade etmem yetmez miydi? Bir de araya referanslar koymaya, tanıdıklar bulmaya ne gerek vardı? Dayımın milletvekili olması, amcamın filanca yerde genel müdür olması, teyzemin feşmekancayı tanıyor olması neden benim için iş bitmek için temel neden olsundu? Oysa ben sosyal çevre diyebileceğim tanıdıklarım olsun istiyordum. Komşumla tanıştığımda ve o bana kartvizitini uzatıp “Başbakanlıktayım.” dedikten sonra “Bir işin düşerse yardımcı olurum” demesine gerek yoktu. Onu ziyarete gittiğimde de “acaba bir işi mi düştü” diye düşünmesine gerek yoktu. Sırf bu yüzden bir genel müdürn kapısında yarım saat bekledim. “Sadece tanışmak” istediğimi söyledim. Sekreterin garip bakışları ve ısrarlı sorularına rağmen söyleyecek bir “iş” bulamadığım için görüşemedim. Oysa ortak bir tanıdığımız vardı ve sadece “filancanın tanıdığıyım” demem zatı muhterem genel müdürün beni kapıda karşılaması için yeterdi. Ama ben de ısrarla bunu söylemedim. “Sadece tanışmak istiyorum” dediğim için gerisin geri döndüm. Oysa ben sevinçlerimizi paylaştığımız, üzüntülü günlerde birbirimize destek olduğumuz tanıdıklarım olsun istemiştim. Komşu olduğumuzda birbirimizin külüne muhtaç ama birbirimize karşı hiçbir beklentisi olmayan insanlar olmayı özlemiştim. İş arkadaşları olarak, meslektaşlar olarak sadece dostlukları geliştirmek için birbirimizi ziyaret etmeyi umuyordum. Hiçbir menfaat ve beklenti olmadan, ileride birbirimize ihtiyacımız olur demeden birbirimizi seveceğimiz tanıdıklarım olsun istiyorum. Hak benden yana ise evet tercih edileyim ama haklı olmadığım konularda beni kayırmayan, işe alırken hakedeni tercih eden, değerlendirirken hakedene hakkını veren tanıdıklarım olsun istiyorum. Ben elenmeyi hakediyorsam tanıdıklarım beni elesinler ve buna rağmen ben onların kapısını çalıp selam vereyim istiyorum. Birisi hiç sebep yokken “dost olmak istiyorum” diyebilsin ve ben bunda hiçbir art niyet düşüncesine kapılmayayım istiyorum. Ama heyhat, herşey o kadar çıkarlar üzerine kurulmuş ki… Komşum bana “hafta sonu birlikte balığa gidelim” dediğinde acaba ne çıkacak bunun altından diye düşünüyorum. Bir iş arkadaşım eskisine nazaran bana yaklaşmaya başladığında “dur bakalım ne isteyecek” diyorum. Arkadaşlarımdan biri yıllar sonra beni aradığında “acaba ne işi düştü bana” diye düşünmek artık normal hale geldi. Dostlarımızla, arkadaşlarımızla (TANIDIKLARIMIZLA) memleket meseleleri konuşalım, bilgilerimizi paylaşalım, sosyal organizasyonlarda birarada olalım istemiştim. Ama bunların bile çıkar ilişkileri üzerinde olduğunu gördükçe uzaklaştım. Bir makam işgal edip başarılı olduğu halde kimseyi kayırmadığı için çevresi tarafından “hiçbir işe yaramaz, pısırık” damgası yiyen bürokratlar tanıdım. Ama biliyordum ki bu ülke böyle insanlara ihtiyaç duyuyor. “Diğerleri” kavramını pek seven insanlarımız hemen cevabı yapıştırıyorlar: “Diğerleri kendi adamlarını kayırıyor, bizim adam çok korkak. Tek dürüst o mu kaldı?” Hele şu zamanda örneğin Ankara’dan İstanbul’a eski bir arkadaşını görmeye gitmek, ama sırf dostluklar için görmeye gitmek hayal gibi. Çünkü herkesin çok işi var. Yoğun geçiyor zaman, kendimize ve dostlarımıza ayıracak zamanımız maalesef yok. Bir çıkarımız varsa bir taraftan bu çıkar ilişkisini yürütürken “birbirimizi sevdiğimizi”, “en iyi dostlar olduğumuzu” vurgulamadan edemiyoruz. Bakın bakalım etrafınıza sizin tanıdıklarınız hangi tür tanıdıklar.

Recommended Posts

Ravza-i Mutahhara. Hz. Muhammedin Kabri
Alıntı ŞİİR

Mevlid-i Nebi Kutlu Olsun

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır buNazargâh-ı İlâhî’dir Makâm-ı Mustafâ’dır bu Felekde mâh-ı nev Bâbü’s-Selâm’ın sîneçâkidirBunun kandîlî Cevzâ matla-ı nûr u ziyâdır bu Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîletdeTefevvuk kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâilAmâdan içti mevcûdât çeşmin […]