Elimizi kolumuzu bağlayan teknoloji

ÖZÜN ÖZÜ: Makinelerin, elektronik programların gelişmesi bir yaşam konforu sunarken aynı zamanda özgürlüğümüzü tehdit ediyor. Siyasi güç odaklarının ve büyük teknoloji şirketlerinin esiri olmamak için teknolojinin sadece bir araç olduğunu unutmamalıyız.

ÖZET: Esaret bir kişinin veya kurumun insanı özgürlüğünden yoksun bırakması, iradesi dışında işler yaptırmasıdır. Kişinin bir şeye mecbur tutularak sözümona gönüllü olarak esir edilmesi de bunun esaret olduğu gerçeğini değiştirmez. Günümüzde bize yaşam konforu sağlayan teknolojik aletler aynı zamanda özgürlüğümüzü kısıtlayan birer esaret zincirine dönüşmek üzereler. Bu tehlikeyi görmemiz ve teknoloji geliştirenlerin hırsını durdurmamız insanlık görevimizdir.

Elimizi kolumuzu bağlayan teknoloji

***

İnsanlık yüzyıllarca esaretten çok çekti. Esaret veya kölelik, özgür iradenin başka bir gücün elinde tutulduğu çeşitli yönetim biçimleriyle uygulandı. İnsanoğlunun güce karşı olan hırsı ve tutkusu esaret sonucunu doğurur. Bu motivasyon hâlâ insanoğlunun damarlarında mevcuttur. Güç sahibi olmak insanlar için hala önemli bir amaçtır.

Para sahibi olmaya duyulan istek aslında paranın gücünü kullanmaktan gelmektedir. Siyasi güç, nüfuz, silah gücü, taraftar gücü… Bunların hepsinin ortak paydası güç sahibi olmaktır. Bu güce sahip olmak için her devirde farklı çabalar revaç bulur.

Güce karşı var olan bu istek güç sahibi olanın ona sahip olmayana karşı tavrını belirler. İnsanın güce karşı olan bu zaafı asli ihtiyaçlarını karşılama isteğinden kaynaklanmaz. O sebeple sınırı ve limiti yoktur. Güç sahibi olanın bu güce sahip olmayanları ezmesi, tahakküm altında tutması veya aynı gücü elde etmelerini engellemesi de dolaylı bir esaret anlayışından başka bir şey değildir. Adına süper güç denilen devletlerin nükleer silahlara sahip oldukları halde başka ülkelerin nükleer silah sahibi olmalarını engellemeleri buna en çarpıcı örnektir. Söz konusu süper güçlerin kendileri de ellerindeki nükleer gücü imha için bir çaba sarf etmeleri halinde bu tavır anlaşılabilir. Ancak böyle bir çaba görülmediğinden insanlık adına utanç duyulacak bir vaziyettir.

Esaret anlayışını anlamak için bu güç sahibi olma hırsını anlamamız gerekiyor.  Dramatize edilen ve bugün neredeyse tüm insanlığın karşı çıktığı esaret türü geçmişte insana pranga vurarak, kırbaçlayarak çalıştırma şeklinde uygulanmıştır. Pranga veya zincir bireyin sistem dışına çıkmasına, kaçmasına fırsat vermemek için kullanılan bir mekanizmadır. Kırbaç ise daha çok çalışması için kullanılan bir araçtır. Başka bir ifade ile çalışma veriminin düşmemesi için kırbaç kullanılır. Bu iki aracın da kullanılmadığı ve köle ile efendisinin her ikisinin de hayatından memnun olduğu sistemler de olagelmiştir. Köle efendisine hizmet eder, dayak yemez, ayakları zincirli değildir. Efendisinin itibarı kadar hizmetçi de itibarlıdır. Filancanın hizmetçisi olmak toplumda ona görece bir itibar kazandırdığı için mutludur. Emsallerinin daha kötü şartlarda yaşadığına kıyasla her gün haline şükreder. Efendisinin ona yaptığı lütuflar da cabasıdır. Bu örnekte insanlık dışı diyebileceğimiz, işkence ve zulüm sayılacak hiçbir şey yoktur. Ancak esirin iradesi efendisinin emrine verilmiştir. Bunun kölelik olmadığını hiç kimse iddia etmez. Yine de esarettir, yine de köleliktir. Gönüllü olması karşısında yapacağımız yorum, köleye acımak, onu bilinçlendirme çabası, durumunun farkına varmasını sağlamak şeklinde olur. Uyan deriz, aklını başına al, neden bu kişiye hizmet etmek zorunda olasın ki. Kendi özgür iradene sahip çık, özgür ol, kır zincirleri deriz.

Çeşitli sözlerle uyarmaya ve uyandırmaya çalıştığımız bu esirin kafası karışır. Aslında mutludur, en lezzetli yemekleri yemektedir. Yumuşak yataklarda güvenle uyumaktadır. Efendisi ona çok iyi bakmaktadır. Evet kendisi de efendisi için her türlü fedakarlığı yaptığının farkındadır. Burada kölenin düşünemediği şey neden kendisinin köle, efendinin efendi olduğu acı gerçeğidir. Tam tersi olamaz mı? Ben de efendi olamaz mıyım sorusu kafasına sokulduğunda sihir bozulur.

O halde buradaki gönüllülük aslında bir illüzyondan başka bir şey değildir.

İnsanın güce karşı olan ilgisi ve zaafı modern çağlarda da devam etmektedir. Güç elde etme isteği artık herkesin amacı haline gelmiştir. Açıktan kölelik sistemi insanlık dışı olarak nitelendirildiği için başkalarını tahakküm altına almak isteyenler modern teknikler ve stratejiler kullanmaya başlamışlardır. Gelişen yüksek teknolojinin özgürlüğü sınırlandırdığı ve modern zincirler haline geldiği sık sık dile getirilmektedir. Teknolojinin imkânları ile insanları sınırlamak ve kontrol etmek veya amaçlarına hizmet etmelerini sağlamak hem sermaye sahiplerinin hem hükümetlerin başvurduğu bir yöntem haline gelmiştir.

Her yerde gözetleme ve kayıt yapan kameralar, tuvalette bile yanımızda ayırmadığımız sözüm ona akıllı telefonlarımız, akıllı bileklik, akıllı saat, akıllı gözlük…

Kimi zaman dolaylı yollarla kitleleri yönlendirmeye çalışan odaklar eliyle uygulamaya konan bu esaret sistemi artık gönüllü bir esarete dönüşmektedir. Şehir hayatının ve teknolojinin getirdiği yaşam konforu gözleri boyamakta ve özgürlüğün sınırlandığı göz ardı edilmektedir.

Her sokakta, her binada, her koridorda sürekli kayıt halinde olan kameraları düşünün. İlave olarak üzerimizde sürekli taşıdığımız cep telefonu, akıllı bileklik, akıllı saat vb. “giyilebilir teknolojiler”i de unutmayın. Bütün hareketlerinizin, bütün sözlerinizin, bütün davranışlarınızın ve hatta kalp atışınızdan nabzınıza kadar, stres durumunuza kadar elektronik bir merkezde veri olarak kaydedilme imkanı ve ihtimali var. Teknoloji şirketleri bunları kaydediyor mu kaydetmiyor mu tartışmasını sonraya bırakalım. Varsayalım ki biz bunların kaydedilmesini kendimiz kabul ettik. Nitekim bu kayıtların olması bize bir yaşam konforu sağlayacaktır.

Aklınızda tutamayacağınız kadar detaylı ve çok veri datacenter denilen veri merkezlerinde kaydediliyor. Bu verilen yapay zeka ile analiz edildikten sonra öyle bir bilgiye dönüşür ki hayretler içinde kalırsınız.

Etkili bir yapay zeka uygulaması bu teknolojileri kullanan insanlar arasındaki sosyal bağları gerçeğe çok yakın bir şekilde saptayabilir. İlişkileri ve hatta duyguları bile gerçeğe çok yakın bir şekilde tahmin edebilir. Söz konusu elektronik sistemlerin tam entegre olduğunu düşündüğümüzde tam esaretten söz edebiliriz.

Bize sağladığı güvenlik ve yaşam konforu sayesinde gönüllü olarak kabul edeceğimiz bu esaret sisteminin başındaki kişilerin veya makinelerin bu esaret sistemini suiistimal edip etmeyeceklerini kestirebilir miyiz?

Başarı, menfaat, fayda üçgeninde şekillenen bu sistemlerin insani olmadığını baştan söyleyelim. Suiistimali de kesindir. Hükumetlerin suç önlemek bahanesi ile herkesi kontrol altında tutmak için böyle bir gücü kullanmaktan çekinmeyeceği muhakkaktır. Teknoloji şirketlerinin daha çok kazanmak ve daha büyümek için bu gücün sınırlarını zorlayacaklarını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.

Asıl büyük tehlike ise bu muazzam gücün sadece kontrol altında tutmak için değil yönlendirmek için kullanılacağı gerçeğidir. İlk başlarda reklamlara ve satışa yönlendirmek gibi görece kabul edilebilir kullanımlar olsa da politik yönlendirmeler, kötü niyetli yönlendirmeler, sosyal ilişkileri, ahlakı bozmaya veya dönüştürmeye yönelik yönlendirmeler de mümkündür.

Önü alınamaz şekilde büyüyen ve hızlanan iletişim ve enformasyon araçlarının gücü ile bütün bu teknolojik gelişmeler birleştirildiğinde sanal korkularla insanların yönlendirilmeleri, gönüllü esarete razı edilmeleri çok kolay gerçekleşecek gibi görünüyor.

Özgürlüğün kıymetini bilmek ve özgürlüğe sahip çıkmak temel çözümdür. Araçlar ne kadar yaşam konforu sağlarsa sağlasın takıntı ve bağımlılık haline gelmemelidir.

Leave A Comment

Recommended Posts

Ravza-i Mutahhara. Hz. Muhammedin Kabri
Alıntı ŞİİR

Mevlid-i Nebi Kutlu Olsun

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır buNazargâh-ı İlâhî’dir Makâm-ı Mustafâ’dır bu Felekde mâh-ı nev Bâbü’s-Selâm’ın sîneçâkidirBunun kandîlî Cevzâ matla-ı nûr u ziyâdır bu Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîletdeTefevvuk kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâilAmâdan içti mevcûdât çeşmin […]