Mahmut Hoca ne yapıp edip bu çocukların okuması gerektiğini biliyor ama bir türlü onların okula devam etmelerini sağlayamıyordu. Yetiştirme yurdunda kendisine emanet edilen oniki delikanlının sorumluluğunu omuzlarında hissediyor ama kesin bir çözüm de bir türlü bulamıyordu.

Devlet bu çocukları “korumak” üzere buraya yerleştirmiş ama onları korumak ve topluma kazandırmakta başarısız olmuştu. Aile ve Sosyal Politkalar Bakanlığının bütün bürokratları, devasa plazalarda arz-ı endam eden, doktoralar, doçentlik tezleri veren, güya fikirler üreten poltiikalar geliştiren büyük büyük adamlar bu çocukların okula devam etmelerini, yetişip topluma faydalı birer birey olmalarını sağlayamıyorlardı.

Okumadan, kültürlü birer insan olmadan da topluma faydalı olmaları mümkün görünmüyordu. Çocukların her birinin hikayesi kendine özgüydü. Sosyal analizler yapmayı seven yöneticiler uzun analizler yapıp suçu yasalara ve hükumete yıkınca seviniyorlardı. Çocuklara yemek pişiren, çamaşırlarını yıkayan görevliler onlara güler yüz gösterdikleri, sık sık kıcaklayıp “yavrum” dedikleri halde çocukların bozulmalarına bir anlam veremiyorlardı. Her birinin hikayesi farklıydı ve her çocuk hikayesini devam ettirip bitirmekte kararlıydı. Hikayeyi değiştirmek istiyordu Mahmut Hoca ama bir türlü muvaffak olamıyordu.

Şefik’i esrar içmekten alıkoymak, Sabrinin hırsılık yapmasını önlemek, Murat Gani’nin kollarını doğramasını anlamak, Nuri’nin saldırgan ve asi ruhunu dindirmek öyle kolay değildi. Oniki çocuk oniki ayrı hikayeydi.

Şefik, annesini hiç tanımamış, yüzünü görmemişti. O birkaç günlük bebekken terkedip gitmiş bir daha izine rastlanmamıştı. Pavyonlarda çalışan sık sık hapislere girip çıkan babası her şeye rağmen hala görüşüyordu. Onsekiz yaşına günler kalmıştı ve bütün ömrü yuvada ve yurtta geçen bu delikanlının annesine karşı nefret ve intikam duygularını anlayabilecek psikoljik analiz henüz icad edilmemişti. Her fırsatta her şeye saldırmak, efkarlanınca sigaraya bulabilirse esrara sarılmak onun rahatlayacağı yegane şeylerdi. Okula uyum sağlamak onun için kişiliğinden vazgeçmek gibi bir şeydi. Okulda çocukların birkaç cümlede bir anne ve babalarından söz etmeleri nefret duygularını kabartmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Nuri sürekli sene kaybı yaşamış, devam etmesi gereken altıncı sınıf öğrencilerine göre en az 3 yaş büyüktü. Küçük çocuklarla aynı sıralara oturmak zoruna gidiyordu. Hele cüssesine rağmen sorulara cevap verememesi, öğretmenin yanında mahcup olması onu çileden çıkartıyordu. Her fırsatta hır çıkarmak onun en doğal hakkıydı. Bütün çocuklara da gücü yettiği için teneffüsü bile beklemeden ders sırasında bile kavga çıkartabilirdi. Dönemin başında sadece bir hafta okula devam edebilmiş, okul müdürü Mahmut Hoca’yı çağırıp “Hocam nolur bu çocuğu göndermeyin. Baş edemiyoruz. İsterseniz yoklamada var gösteririz. Dönem sonunda sınavlara girer. Kurulda murulda bir şekilde geçer sınıfı. Okulun disiplinin bozmasına fırsat veremeyiz.” demişti.

Ne diyeceğini bilememişti Mahmut Hoca. Ne yapalım, bu çocukları kafes içinde mi yetiştireceğiz, topluma kazandırmak için normal eğitim öğretimi almaları gerekiyor ama bir türlü olmuyordu.

Sabri apayrı bir sorundu zaten. Geçimini hırsızlıkla sağlayan bir babanın oğluydu. Anne ile baba boşanmış, sokaklarda kalan Sabri babasından gördüğü ve öğrendiği şekliyle hırsızlığa başlamıştı. Daha liseye yeni geçmiş olan bu delikanlının da altı tane hırsılık davası devam ediyordu. Büfeden sigara çalmak, mutfaktan yemek çalmak hırsızlık bile sayılmıyordu. Babasından ve dayılarından uzak tutmak mümkün değil, sık sık görüşüyorlar. Yaşı küçük olduğu içinhapse girmeyeceğini de biliyor. Okul mu? Onun gündeminde hiç ama hiç okulun yeri yok. Hırsılığın kötü bir şey olduğunu anlatmak için çok uğraştı ama samimi konuşmak gerekirse hiç de ikna olmamıştı bu çocuk. Bunu her fırsatta aynı davranışlarına devm ertmesinden anlıyordu Mahmut Hoca.

Murat Gani için kollarını kesmek, duvarları yumruklayıp kan içinde elleri ile acil servise gitmek büyük bir erkeklik ve cesaret işiydi. Birilerine kendisini isbat etmek istediği her fırsatta kan akıtması gerekiyordu. Okula gitmek onun için basit bebek işleri idi. Çoluk çocukla gidip vakit öldüremem diyordu. Yaşından beklenmeyen külhanbeyi tavırları, asi ruhu, sürekli birilerine zarar vermek için ayarlanmış hayat tarzı ile zaptedilmesi güç bir isyankardı şimdiden. Hele yatmakta olan arkadaşının yüzüne kolonya döküp yakması ne anlaşılır ne anlatılır bir olaydı.

Uyuşturucu bağımlısı Muhsin, Kerem, Erdi, Haşim… Tedaviyi de kabul etmeyen, doktorla randevularından sürekli kaçan bu çocuklar okula gidiyormuş gibi yapıp sık sık kaçıyorlardı. Okula gidiyormuş gibi yapmaları da Mahmut Hoca’dan harçlık kopartmak içindi.

Altıncı sınıfta ama hala okumayı sökememiş olan hafif mental retardasyonlu (zihinsel engelli) veya gelişme geriliğinden dolayı okuma güçlüğü çeken çcoukları zaten hiç zikretmeye gerek yok. Bunların okula uyumu başlıbaşına bir sorun iken bu kadar sorunun içinde bunların okula devamını sağlamak mucizeler ortaya koymayı gerektiriyordu.

Bunların hiçbiri değildi Mahmut Hocayı ümitsizliğe, ye’se boğan. Okul yönetiminin ve Aile Bakanlığı yöneticilerinin bu sorunlara gözlerini kapatması en dayanılmaz ve katlanılmaz olanıydı. Bu çocukların hiçbiri okula devam etmiyorlardı. Ama ilgili genel müdürlüğün istatistiklerinde okula devamsızlık oranı yüzde 20’yi geçmiyordu. Çünkü bazıları bizim Nuri gibi okul idaresi tarafından “aman gelmesin, yok yazmayacağız” denilenlerdi. Bir kısmı devamsızlıkları 50 gün hatta 80 gün olunca raporla, resmi bir yazıyla devamsızlıkları silinip sınıf geçirilenlerdi. Sadece sınava gelsin denilen çocukları sınava da götüremeyince onların yerine sahte sınav kağıdı doldurup ders geçirmeyi bile yapabiliyorlardı. Okuma güçlüğü olan çocuk yıl sonunda karne aldığı gibi bir de teşekkür belgesi bile alıyordu.

Mahmut Hoca bir ikilem içindeydi. “Bu çocukları cahil bırakıyoruz, ileride bunlar başımıza bela olacak” diye haykırmak istiyordu ama sesini duyan olur mu emin değildi.

Mahmut Hoca topladı gençleri başına, onlara sormayı denedi bir kez de. “Evladım neden okula gitmiyorsunuz? Güzelce okuyup, bilgiler kazanıp mezun olsanız fena mı olur?”

Nuri : “Hoca be, okul okuyanlar iş bulamıyor ki neden zamanımı boşa harcayayım. Nasıl olsa üniversiteye filan gidemem. Lise mezunu olmak da bir işe yaramıyor, artık bizi memur bile yapmıyorlar, KPSS’ye girip kazanamzsak. Ben şimdiden para kazanabiliyorum. Okul okuyana kadar 4 yıl çalıştığımı biriktirsem ev bile alırım.” dedi Mahmut Hoca yutkundu.

Şefik: “Ben sporcu olacağım. Okul okumaya gerek yok.” dedi Mahmut Hoca yutkundu.

Murat Gani: “Bizim şimdiye kadar öğrendiklerimiz bize yeter. Ben şöför olsam, ağır vasıta yada iş makinası çalıştıracam zaten. Takma kafana.” dedi Mahmut Hoca yutkundu.

Haşim: “Mahmut Hoca sen iyi adamsın da ne uğraşıyorsun bizimle? Maaşını al sen de herkes gibi otur oturduğun yerde. Ben kendi kararımı kendim veririm. Okulda herkes bize zaten yurt çocuğu diye farklı bakıyor. Uslu durmak istesek bile başkaları bize sataşıyor. ben kendimi ezdirir miyim?” dedi Mahmut Hoca yutkundu.

Çocuklarla da birşey çözemeyeceğini anladı Mahmut Hoca.

Sonnot: Hepsi böyle değildir elbette. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde sevgi evleri, çocuk evleri ve yurtlarda barınan çocukların ve gençlerin bir kısmı maalesef sorunludurlar ve okula devamda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Çözümleri üzerinde ehlinin dirsek çürütmesi ve en önemlisi de idealist, emek verecek, sabırlı öğretmen, sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve çocuk gelişim uzmanlarına ihtiyaç vardır.

Bu hizmet mesai saatleri içinde yapılacak çalışmalarla ve nöbetlerle yürütülecek bir hizmet değildir. Gönül vererek, kendini vakfederek olabilir. Bu şekidle başarılı hizmet veren arkadaşları tebrik ediyorum.

Recommended Posts

Ravza-i Mutahhara. Hz. Muhammedin Kabri
Alıntı ŞİİR

Mevlid-i Nebi Kutlu Olsun

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır buNazargâh-ı İlâhî’dir Makâm-ı Mustafâ’dır bu Felekde mâh-ı nev Bâbü’s-Selâm’ın sîneçâkidirBunun kandîlî Cevzâ matla-ı nûr u ziyâdır bu Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîletdeTefevvuk kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâilAmâdan içti mevcûdât çeşmin […]